Bir El Tersiyle İtiş
Kitapta “De ki: ‘Ben, sadece sizin gibi bir insanım.’” (41:6) yazmasına rağmen biz peygamberi, Allah’ın sevgilisi yaptık. Sonra da İsa’yı tanrının oğlu yapanlara oturduk sövdük.
Biz; Allah’la konuştuğunu, her an her yerde bulunduğunu iddia eden hokkabaz din adamlarının her daim peşinden gittik. Sonra da kendine açıkça peygamberim diyenlere sövdük.
Ulan hep sövdük başkalarına da bir dönüp kendimize şöyle bakmadık?
Akıl etmedik biz, merak etmedik, şüphe etmedik, sorgulamadık… Çünkü seçilmiş, şanslı kişilerdik çok şükür! 🙂 Dünyadaki milyarlarca insan içerisinden, zaten az olan Allah’ın sevgili kullarından bir tanesi de bizdik. Doğduğumuz yer en doğru yer, gördüğümüz ve yaşadığımız kültür en doğru kültür, bireyi olduğumuz ailemizin mezhebi en doğru mezhep, sorgulayıp seçmediğimiz ata dinimiz de en doğru dindi. Sence de saçma değil mi? Her şey doğru yani her şey güzel… Ne kadar da bencilsin? Her şey senin için değil mi? Ya da ne kadar iyimsersin? Bu içindeki Pollyanna’dan 250 gr kadar ben de istiyorum. 🙂 Ya da ne kadar da cahilsin diyeceğim ama böyle bir tavrın daha çok İlber Ortaylı’ya özgü kalması taraftarıyım. Ya da sen de haklısın güzel kardeşim diyesim geliyor. Gerçekle aramıza hep bir şeyler sokuldu zaten. Sen; o sınav benim, bu sınav benim koştururken, dünya telaşıyla eve nasıl ekmek götüreceğim diye düşünürken, insanüstü bir varlık maharetiyle asgari ücretle ev geçindirmeye çalışırken, fazlasını vermeden alamadığın, alamayınca evlenemediğin banka kredisinin taksitlerinin nasıl ödeneceği hesabını yaparken, ay sonu gelen bilumum faturalara aduket çekerken, nasıl bakabilirdin gailesizce çevrene? Nasıl sorgulayabilirdin alışkanlıkları? İnsanları… Ve inancını… Haklısın birader ne diyeyim?
Tamam, kabul ediyorum; biz insanlar, gelmişiz dünyaya ve kendi ellerimizle bir curcuna oluşturmuşuz. Sonra da bu curcuna içerisinde savrulmuşuz ya da o bizi çekmiş, savurmuş ama biraz da olsa içinde bulunduğumuz şartları, doğruları veya böyle gelmiş böyle gidecekleri sorgulamamız gerekmez mi? Belki de doğru bildiğin şeyler tamamen yanlıştı. Hiç araştırdın mı? Tarttın mı? Doğru ne? Gerçek ne? Olan ne? Asıl olan ne? Olması gereken ne? İnanmak niye ve kime? Baktın mı kendine dışarıdan ben ne yapıyorum diye?
İşte bu yazı da kendine ve benim de içinde bulunduğum Müslüman tayfanın geçmişten inanıp geldiği bazı şeylere bir bakış, bir dokunuş, hatta bazen bir el tersiyle itiştir. Hazır mısın dostum? 🙂
İlk olarak… Biz sadece taklit ettik, bir senaryo içine atıldık ve verilen rolü üstlendik. Şöyle olur dediler, kabul ettik. Şöyle yapacaksın dediler, olur dedik. Şuna inanacaksın dediler, inandık. Ama inandığımız şeylerin peşini hiç aramadık. Mesela Kur’an’a inandık ama onun “Oku”(96:1) emrine hiç aldırış etmedik ve okumadık bu kitabı… Çünkü biz robottuk. Acı ama gerçek! Ulan ne saftık? Uğruna gözümüz kapalı ölebileceğimiz namusumuz, inancımız, kutsal kitabımız bir şey emretti. “Oku” dedi ama biz okumadık. Nasıl inanç lan bu?
Allah, kitabında: “Kur’an’ı özenle, düşüne düşüne oku.” (73:4) dedi ama biz ne yaptık? Kur’an’ı en hızlı kim okuyacak diye yarışmalar düzenledik. Hızlı, güzel ve süslü okuma teknikleri geliştirdik. Her şeyden önce; anlamını bilmediğimiz, yabancı bir dildeki ayetleri, sözle tekrar ederek sevap kazanacağımızı zannettik.
Aramıza hep birileri, bir şeyler ya da mesafeler girdi. Kur’an hep üst raflardaydı ve biz ona istediğimizde dokunamıyorduk bile… Kur’an’ı okuyup anlamak ve gereğini yapmaya çalışmak yerine; onu öptük kokladık ve yükseklerde sakladık, suda ıslatıp suyunu içtik, okuyup etrafımıza üflediğimizde bir “Abrakadabra!” demediğimiz kalmıştı… Biz Kur’an’ı okuyup anlamak ve gereğini yapmaya çalışmak yerine; içinde “Bu kitap dirileri uyarır.” (36:70) ayeti geçen Yasin Suresi’ni mezarlıklarda ölülerimize okuduk, içindekileri süslü sanatlarla tablolara boyadık ve salonumuzun duvarlarına astık, muska yapıp yanımızda taşıdık ve yazıdan medet umduk. Biz Kur’an’ı okuyup anlamak ve gereğini yapmaya çalışmak yerine; ezberleyip nameli nameli okuduk, her rekâtta dillendirdik Fatiha’yı fakat nedir bu acep diye bakmadık hiç anlamına… Çünkü başka kitaplar ve bazı insanlar; anlamadan okuduğumuz Arapçanın daha sevap olduğunu anlatıyordu. Kur’an anlaşılmazdı, hele bizim gibi fakirler onu hiç anlayamazdı diyordu hocalar. Ah şu hocalar. Şirin suratlı, akıl düşmanı, nakil putları… Hani şu “Kendilerine okunan bu kitabı sana göndermiş olmamız onlara yetmiyor mu?” (29:51) ayetine rağmen Kur’an’ı yetersiz gören ve kendilerini biz fakirlere, biz –sen bundan ne anlarsınlara- biz –sen anlamaya çalışma, bizi dinle yeterlere- din anlatan, Kur’an’dan ve Allah’tan rol çalıp kendi düdüğünü öttüren, kendilerinin bizimle Allah arasında bir köprü olduğunu iddia eden, insanları kandıran, mesleği din adamlığı olan ve bundan paralar kazanan şirin hocalar… 🙂 “Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir.” (112:4) ayetine rağmen bizim Allah dostu dediğimiz ama Allah’ın dostu olur mu hiç diye düşünmediğimiz hocalar, âlimler, evliyalar, cartlar, curtlar… Bunlar dedi ki: “Kur’an yüzeyseldir. Hani sünnet? Hani icma? Hani kıyas?” Allah dedi ki: “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (6:38). Bunlar dedi ki: “Hadissiz olmaz?” Allah dedi ki: ” ALLAH’tan ve ayetlerinden sonra hangi hadisi onaylıyorlar?” (45:6). Bunlar dedi ki: “Sen Kur’an’ı anlamazsın!” Allah dedi ki: “Bu, ancak bir mesaj ve apaçık bir Kuran’dır.” (36:69). Bunlar dedi ki: “O kadar kolay mı sandın? Seni gidi seni…” Allah dedi ki: “Kuran’ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” (54:17). Bunlar dedi ki: “O da haramdır, bu da haramdır. Bilmem kim hazretleri şöyle buyurdu, şöyle rivayet etti.” Allah dedi ki: “Allah’tan başka yasa koyucu mu arayayım? O ki size kitabı detaylı olarak indirmiştir.” (6:114) Gördüğün gibi dostum biz Kur’an’dan sorulacağız. (43:44) O zaman “Kur’an yeter.” demen gerek. Yok, şimdi bunu demezsen, hâlâ bir televizyon kanalında şirin bir hoca; kütük ağlıyordu diyerek, arkada hüzünlü bir ney sesi eşliğinde, kitap dışında ne kadar hurafe varsa anlatacak ve bundan servet yığacak. Ya da başka bir televizyon programında yine şirin bir hoca, o uyduruk hadisleriyle tanıtımını yaptığı yakmayan kefenini pazarlayarak hem biz fakirleri uyutacak hem de şatafat içinde yaşayacak. Evet dostum şimdi buna karar vermen ve Allah’a güvenmen lazım. Neden tutunacak başka şeyler, aracılar, şahıslar arıyorsun?
“Andolsun ki size hatırlatıcı bir kitap gönderdik. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?” (21:10)
Biz cennette iki huri daha cebimizde olsun diye türlü türlü kılıklara girdik. Sonra da cennetten arsa satan ortaçağ Avrupası papazlarına sövdük.
Yorumlar
Yorum Gönder