Gölcük Yürüyüş Kampı
Merhaba sevgili okurlar. Uzun zamandır (bir yılı aşkındır) bloguma yazmıyordum. Ama doğal olarak bu süreç içerisinde birçok anı, tecrübe ve bilgi birikti. Felsefeme göre bunları hemen paylaşmalıyım. :) Bu yazımda henüz geçen hafta gerçekleştirdiğimiz Gölcük Yürüyüş Kampı notlarını aktaracağım sizlere… İyi okumalar.
Hazırlıklar
17 Mart 2014 akşamından çantamızı hazırlamaya başladık. Gerekli tüm ekipmanları ve beslenme ihtiyaçlarını çantalarımıza pay ettik. Yola; Muhammet Said Pekel ve Murat Sarı ile birlikte toplam üç kişi çıkacaktık. Daha önce bisikletle seyahat edip kamp atmışlığım vardı ama yürüyerek seyahat edip kamp atmayı ilk defa yaşayacaktım.18 Mart günü sabah yola koyulduk. Şehir içinde yürümek istemeyişimizden Isparta Dere Mahallesi’ne kadar Muhammed ile otobüsle gittik ve orada Murat abi ile buluştuk. Orada bulunan somurtkan bakkaldan ufak tefek eksik malzemeleri de karşılayıp düştük yollara. Yürüyüşümüz burada başladı ve Gölcük Krater Gölü’nde bu günlük sonlanacaktı. Ertesi gün belki Burdur Ağlasun’a kadar yürüyebilirdik.
Başlıyoruz
Neyse yürüyüşe başladık biraz ilerledik ve çantaların ağırlığına ve omuzlarımızdaki otoritesine boyun eğmeye başladık. :) Gidiş yolundaki yer şekilleri gayet hoştu. Üzerinde yürüdüğümüz topraklar, pomza denen hafif, delikli bir yapıya sahip ve izolasyon sektöründe kullanılan kolayca işlenebilen taşlardan oluşuyordu. Daha önce de bahsettiğim üzere bu, hepimizin ciddi anlamda ilk yürüyüş kampı olacaktı fakat sırt çantalarımız yavaş yavaş bizi zorlamaya, omuz bölgesindeki adalelerimizi incitmeye başladı. Bu sorunu ara ara küçük molalar vererek çözmeye çalıştık.Bu yolu daha önce hep bisikletle kat etmiştim. Şimdi ise sırtımda onca ağırlıkla ve yürüyerek geçmek bana ayrı bir haz veriyordu. Vakit çabuk geçti ve öğleden sonra bir tepenin üstünden Gölcük Krater Gölü’nü görmüş olduk. Buraya kadar olan kısım bana çok zorlayıcı gelmemişti.
Merhaba Gölcük
Tepeden inişte tüm hipotenüsleri kullanmanın da kolaylığıyla rahatça göl seviyesine yaklaştık. Gölcük Krater Gölü’nün etrafını çevreleyen asfalt yola girip biraz daha kuzeye ilerledik. Hemen sonra göle doğru bir patikadan yolumuza devam ettik. Gölcük bu yolda tüm sessizliği ve muhteşem kokulu yüksek çam ağaçlarıyla karşıladı bizi.Kamp Alanı
Hemen kamp yerini belirlemek üzere konuşup anlaştık. Kamp yerimiz; ahşap malzemelerden yapılmış bir çocuk oyun parkının hemen arkasında sık çam ağaçları içerisinden sıyrılmış, zemini çimle kaplı boş bir düzlükte konuşlanacaktı. Evet bu bahçe bize kamp için ev sahipliği yapacaktı. Bu boş alanın kenarındaki çam ağaçlarının dibine çadırları kurduk. Merkezde ise ateşimiz olacaktı. Yaklaşık yirmi metre altımızda ise bahsettiğim üzere bir oyun parkı, bir çeşme, tuvalet ve piknik masaları bulunuyordu. Göl ise bunların hemen altındaydı.Çadırlarımızı kurup oltalarımızı göle salladıktan sonra keyifli bir akşam yemeği yedik. Hava kararmadan balık tutmakla meşgul olduk. Bu benim için iyi bir tecrübeydi. Hayatımda ilk defa balık tutmaya çalıştım. :) Sabırla biraz bekledik ama nasip olmadı. Hava da kararmadan gece için biraz odun topladık. Odun toplarken kamp alanımızın etrafını biraz da olsa keşfetme fırsatımız oldu. Bu keşif esnasında büyükçe bir grup adaçayı bitkisine rast geldim ve annem için taze taze koparıp bir poşete koydum. Yerler delik deşikti. Köstebek desem değil çünkü çok büyük bir alan ve neredeyse hemen her ağacın dibi çapalanmış gibiydi. Uzun beyin fırtınaları sonucunda bunun yaban domuzları tarafından yapıldığına karar verdik. :)
Güneş hemen batımızdaki dağın arkasına geçtiği vakit göl çarşaf gibi oldu. Akşamüstü esen rüzgardan eser kalmadı. Göl yüzeyindeki muhtelif yerlerde balık kıpırdanmaları oldukça dikkat çekiciydi. Gölün kuzey tarafındaki ağaçların arasında on beş – yirmi adetlik yabani at sürüsünü görüp izlemek de ayrı bir zevkti.
İlk Gece
Artık hava kararmıştı ateşimizi yakıp çayımızı demledik. Önce koyu bir muhabbet ardından bu muhteşem doğaya canlılık katan köpeklerin, guguk kuşlarının ve çakalların seslerini dinledik hep. Derken başımızı göğe çevirince yıldızlara takılıp kaldık. Bu ortamı bir daha ne zaman bulacaktık ki? Ateş çevresi dışında kalan her yer çok soğuktu. Ateşimizi söndürüp yatmak için çadırımıza giderken yakınlardan gelen bir sesle irkildik. :) Baktık ki üç adet yabani at bizi ziyarete gelmiş. :D Kamp alanımızdan onları uzaklaştırmak için bir kaç garip ses çıkardık, gözlerine fener tuttuk ama nafile… Sonunda yere ayağımı sertçe vura vura onlara doğru yaklaşırken ürktüler ve uysal dostlarımızı bu sürpriz ziyaretleri sonucunda teşekkür edip uğurladık. ;)İlk gece uyumak için biraz cebelleştik. Çadır çok soğuktu ve uyku tulumlarımız da yeteri kadar vücudumuzu sıcak tutmadı. Ben yer yer titredim bile. Gerçekten üşüyerek titreye titreye uyudum bazı vakitler. Hatta bizim vücut ısımızdan dolayı çadırın içi ile dışındaki sıcaklık farkından olacak ki çadırımızın tüm yüzeyi ıslaktı. Bir ara Murat abi bir domuz sesiyle uyanmış ve bizi de uyandırdı. Yine enteresan sesler çıkarıp “biz varız burada” demeye getirdik. :) Sesler uzaklaştı ve biraz daha kestiriyoruz derken sabahın ilk ışıkları görünmeden evvel, yarı uyanık bir şekilde etrafı dinliyordum. Siz deyin tırsıntıdan, :) ben diyeyim meraktan… Neyse o sessizlikte bir kuş çıktı piyasaya ve avazı çıktığınca çok güzel bir nağmeyle öttü. O karanlık sessizliğe bir merhabaydı sanki o ötüş ve birden etraf kuş sesleriyle dolup taştı. Ama her şeyi başlatan o sesi asla unutmayacağım. :)
İlk Sabah
Sabah ilk uyanıp kalkan Murat abiydi ve anlattıklarına göre sabah her yer kırağıdan dolayı bembeyazmış. Desene kaçırdık manzarayı. Neyse sabah bizi uyandıran Murat abi oldu ve çadırımızı açıp yarım kiloya yakın görünen parlak sazan balığını bize gösterince bizim gözler hemen fal taşı gibi açıldı tabii… Hemen balığı temizleyip uzunca bir odun şişe geçirdik. Sabah ateşimizi yaktık. Arkadan güneş, önden ateş, içimizi ısıtıyordu. Gecenin o soğuk havasından sonra sıcacık bahçemizde sağlam bir kahvaltı yaptık.Böyle yerlerde sabahlar çok güzel oluyor herhalde. Ortam bizi iyice içine çekti ve biz ilk sabah, hep burada kalmaya karar verdik. Şehirdeki işler ve ekmek sıkıntımızdan dolayı Ağlasun’a gitmemeye karar verdik. Bu gece de burada kalıp yarın Isparta’ya dönüş yapacaktık.
Keşif Zamanı
Derken öğle vaktine yakın keşfe çıktık. Gölün güneyine doğru ilerledik. Bu keşifte bir adet kuş gözlem evine denk geldik. Oranın içini kilitli olsa da gezdik. :) Daha sonra, yoldan değil de araziden gidelim dedik ve girdik ağaçların arasına. Biraz sonra kocaman bakımsız bir elma bahçesi karşıladı bizi. Isparta Belediyesi’nin en az iki yıldır bakmadığı elma bahçelerinden geçip akasya ağaçlarının arasına daldık. Oradan da yürüyerek gölün etrafını çevreleyen asfaltı da geçip iki dağın arasından uzayıp giden toprak bir yolun sonuna kadar ilerledik. Buralara insanlar önceden gelmiş. Hatta içine bile etmişler maalesef… Keşif turumuzu tamamlamak için kamp alanına dönerken ertesi gün gerçekleştireceğimiz dönüşün güzergahını da belirleme fırsatımız oldu.Kampımızın ikinci gününde, keşif turumuz oldukça güzel ve eğlenceli geçmişti. Tekrardan kamp alanına döndüğümüzde, kendimize vakit ayırdık. Güneş çok güzeldi ve hep beraber göl kenarında oltalarla uğraşıp muhabbete devam ettik. Bu güzel saatlerde, gölün kuzey tarafındaki girişte bulunan bekçi kulübesinin çalışanları ve birkaç gezmeyi seven çiftin dışında bu milli parkta kimsecikler yoktu.
Akşamlar
Akşam olmaya yakın göl ve hava, önceki gün gibi tekrar durgunlaşırken biz de gece için yakacak odun topladık. Yakacak odun bulma açısından hiç problem yaşamadık. Ağaç dipleri zaten istemediğimiz kadar kuru odunla doluydu. Hatta göl kenarına yakın bir yerde görevliler tarafından çürümeye bırakılmış kuru ama fazla kalın olmayan yığınla odun vardı. Bu da bizim işimizi bir hayli kolaylaştırdı.Akşam yemeğimizi hazırlayıp yedikten sonra karanlıkta, kamp ateşi eşliğinde sohbetimiz ve doğayla iç içe geçen bu güzel saatler bizi bir hayli mutlu ediyordu. Duyularımız daha da gelişmişti sanki burada. Daha dikkatli koku alıyor, daha dikkatli dinliyor ve daha dikkatli bakıyorduk etrafa. Siz siz olun bir gece de olsa doğada sabahlayın. Daha sonra bunun sizde meydana getirdiği değişikliği anlayacaksınız zaten.
Gece yarısına doğru, odunlarımız da tükenmişken yatma kararı alıp kendimizi uyku tulumlarının içine attık. Dediğim gibi geceler burada çok soğuk ve ıslaktı. Bu gece çadırda gaz ocağımızı açıp ısınmaya çalıştık. Dün geceden ziyade bu gece daha rahat bir uyku çektim. Artık hayvan seslerine alışmıştık. Garip gelen hiçbir şey yoktu. :)
Günaydın, hadi hazırlık zamanı!
Sabah erken kalkmaya çalışsak da o güzelim sabah güneşi çadırınızı ve sizi ısıttığında, uyanıp kalkması biraz zor oluyor. Neyse, normalden biraz geç de olsa kalkabildik ve kahvaltı için hazırlıklara başladık. Önceki sabahın aksine bugün yolculuk olacağı için ateş yakmadık. Biz güzel bir kahvaltı yaparken güneş, çam ağaçlarının üstünde iyice yükselmiş ve çadırların nemini alıp götürmüştü. Hemen kampı toparlayıp çantalarımızın içine sokma gayretiyle hazırlandık. Artık çantalarımız daha hafifti ve biz de yürümeye, hatta dağları tırmanmaya hazırdık.Dağlar :)
Yürümeye başladık. Önceki gün belirlediğimiz rotadan ilerledik. Yürüye yürüye, gölün güneydoğu tarafındaki dik yamaca sahip bir tepenin önüne geldik. Burada soluklanıp bu yamacı aşmaya karar verdik. Şu üç gün içerisinde en çok efor sarf edip yorulacağımız yer de burasıydı.Nuri Amca
Gerek yamacın eğimi, gerek çantalarımızın ağırlığı, bizim yorulmamıza vesile oldu. :) Azimli çabalarımız sonucu tepenin üç de ikisini aşmışken, zirvede bir adama rastlayıp, gürül gürül bir selam verdik. :) Adam da bizi selamlayıp beklemeye başladı. Biraz sonra tepenin zirvesine çıkıp adamın yanına gittiğimizde, tanışıp ufak bir sohbet ettik. Nuri amca kalender bir çobandı. Elinde bir tüfek, ağzında sarma sigara, ayaklarında kocaman bir çift çizme ve yüzünde hafif bir şaşkınlıkla bize: “Hadi ben deliyim, sizin ne zorunuz var kendinize?” diyordu. :) Gülümsedik Nuri amcaya ve biz de deliyiz diyebildik sadece.Nuri amcayla sohbetimizde bulunduğumuz coğrafya ve hayvancılık hakkında birçok yararlı bilgi edindik. Aslında bir de üzülmüştük kendisine. Çünkü dün gece bir grup aç köpek onun bir buzağısına saldırıp öldürmüş ve aynı buzağının annesini de ağır yaralamıştı. Hatta sohbet sırasında Nuri amcaya gelen bir telefonla üzüntümüz iki katına çıkmıştı. Çünkü telefondaki ses, yaralı ineğin dayanamadığını ve öldüğünü söylüyordu. Nuri amcaya geçmiş olsun dileklerimizi iletirken o da bize yolu gösterip yolcu etti. Hatta tepenin ardındaki evinin adresini tarif edip ben olmasam bile içeri girin uğrayın dedi. Bizi çay içmeye davet etti. Teşekkür edip helalleşip ayrıldık.
Dönüş Yolu
Tepeden inerken ileride belirlediğimiz yakın bir vadiye iniş yapmak üzere ilerledik. Sırtımızda çantayla iniş yapmak zorlayıcıydı fakat önce çam ağaçlarının, sonra uzun çayırların, daha sonra da sık akasya ağaçlarının arasından inerek vadiye ulaştık. Vadide ilerlemek göz zevki açısından önemliydi. Vadide biraz daha ilerledikten sonra serbestçe gezerek otlanan hayvanları görmemiz ise hala sağlıklı bir şekilde besiciliğin yapılması açısından içimizi ferahlattı.Vadide yaklaşık kırk beş dakika ilerledikten sonra toprak bir yola çıktık. Bu yolda ise Dere Mahallesi’ne doğru ilerledik. Artık yola çıktığımıza göre keyifli seyahatimizin son dakikalarını yaşıyorduk. Biraz sonra mahalleye giriş yaptık ve bir çeşme başında serinledik. Son olarak da Dere Mahallesi’nden Gökçay girişine kadar yürüyerek bu muhteşem seyahati tamamladık.
Bu arada içecek bir şeyler almak için tekrar Dere Mahallesi’ndeki somurtkan bakkala uğradık. Adam muhtar adayı olduğu için herkese kuru pasta ikram ediyordu fakat bizi yabancı görünce buyur bile etmedi. Böylelikle enteresan bir tiple ve hareketle seyahatimizin son karesine güzel bir kapak fotoğrafı olmak istercesine göz kırpmış oldu adeta… :)
Seyahatimiz boyunca ekmeğimizi paylaştığımız sevgili Murat abiye ve emmoğlum Muhammed’e çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız. Nice seyahatlere…
Yorumlar
Yorum Gönder